POQbum .com Graphics
POQbum .com Graphics

   
  MİXXX'İ HOŞ GELDİNİZ
  MAKALELER
 

Bir Duası



Resül-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem
Şöyle dua ederdi:

Allahım!
Acizlikten,
Tembellikten,
Korkaklıktan,
Cimrilikten,
İhtiyarlayıp ele güne muhtaç olmaktan
Ve kabir azabından sana sığınırım.
Allahım!
Nefsime, Allah’a karşı gelmekten sakınma
Duygusu kazandır,
Onu günahlardan arındır,
Çünkü onu en iyi arındıracak Sensin,
Allahım!
Faydasız ilimden,
Ürpermeyen gönülden,
Doyma bilmeyen nefisten,
Ve kabul olmayacak duadan Sana sığınırım.

 

Yaratıcıyla Karşı Karşıya

Buraya yazının başlığını tekrar yazmayınız...

Buraya isminizi tekrar yazmayınız...
Hayatta karşılaştığımız durumların analizini yaptınızda başarınız hangi durumda sonsuzlaşır?Sıra dışı olaylar somut olarak elimizde bulunduğunda duygusal tutumlarda açıklamamız gereken nedenler ne?Yükselme tökezleyerek yürümemidir.Ya da etkilendiğimiz yaşam,yaşadıkça hangi modeli alıyor.Kalbin şevkatli eli dokunduğu yeri okşarken sevginin gücü yeryüzüne yayılıyor.
Biz evrenin kıskanç bakışlarında tabiatta dolaşırken aslında bastığımız her çiçek sitem ediyor.Devamlı mücadele, devamlı başarı ve kimlik yarışımız.Kısa ve öz.Biz kimiz?
Yeryüzünü kuşatan yaratıcı,bizim rolümüzü nasıl yaptığımızı merak etmiyor.Merak ettiği evrenin ilahi hizmetinde soyunduğumuz roldür.Yaratıcı savaşın sonunda oluşan gücün kimin gücü, olduğunu sorguluyor.Kendinin mi,bizim mi

 

Aklın İptali


Ülkemizde ve dünya genelinde, ne yazık ki akıl iptal edilmiştir.İnsan,dünyaya geldiği andan itibaren aldatılarak beslenir.Önce ailesi aldatır,sonra çevre ve daha sonra da okul aldatır.Her şey,adeta gerçeği görmesini ve aydınlanmasını engellemek için yapılandırılmıştır.Egemen çevreler insanın aydınlanmasını istemezler.İsterler ki,hep karanlıkta kalsın insanoğlu ve bir sürü misali güdülsün.Yalan,en büyük gıdadır.Yalanı ayakta tutmak için yeni kuyruklu yalanlar icat edilir ancak bu da yetmez.Korkutulur insan.Zira,korkunca mantık ve muhakemesi işlemez.Bu da yetmez,insanların gerçeği göremez hale getirilmeleri de gerekir.İnsana aklına ve muhakemesine güvenmemesi de telkin edilir.Halbuki,doğruya ve erdeme yalanla gidilemez,yanlış gelenek ve inançlarla,hurafelerle gidilmez.Toplumun çoğunluğunun yanlış üzerinde ittifak etmesi yanlışı doğru hale getirmez.Bir kere akıl iptal edilince,insan için artık saçmalığın ölçüsü kalmaz,her türlü hurafeye inanılır ve medet umulur

 

Sanat Sanat İçin Mi?

Sanatın canlı bir organizma olmadığını, dolayısıyla gıda, oksijen gibi besin maddeleri ya da sevgi, şefkat, ilgi gibi psikolojik ihtiyaçları olamayacağını bilmeyen yoktur. Sanatın aslına bakarsanız sanata, yani kendisine de ihtiyacı yoktur. O halde başlığımız olan sorunun asıl anlatmak istediği şeyin, sorunun görünürdeki anlamının çok ötesinde başka şeyler barındırdığını düşünmek gerekir. Yoksa tartışmaya hatta üzerinde düşünmeye bile gerek olmayan anlamsız bir soru olarak rafa kaldırmamız kaçınılmazdır.
Sanatın üzerinde tartışılabilmesi için her şeyden önce var olması gerekir. Onu var kılan, anlamlı bir hale getiren ise sanatı algılayan insandır. Hiçbir canlının olmadığı bir evren düşünün orada en güzel sanat eseri olsun. İsterse sanat için olsun. Ne fayda, ne işe yarar. Demek ki sanatın, en azından onu, kendi estetiğe olan açlığını dindirmek, kendisini önemli hissetmek, güzeli arama dürtüsü ya da herhangi başka bir sebepten dolayı ortaya koyan insan için olması kaçınılmazdır.
Peki, sanat sadece yaratan kişi ve onun duygu ve ihtiyaçlarını tatmin için mi? Efendim bütün insanlar farklı farklı, ihtiyaçları ve zevkleri de şüphesiz farklı olacaktır diyebilirsiniz. Peki bu insanların hiç mi ortak noktaları yok. Elbette var. Fiziksel görünüm olarak bulabileceğiniz birçok ortak noktanın yanında diğer açılardan da insanların birbirlerine çok benzediğini söylemek mümkün. Bu estetik anlayışlarda da böyledir. Öyle olmasaydı bir konser için birçok ilden binlerce insan akın akın gelir miydi? Bir albüm milyonlarca satar mıydı? Bir eser zamanın o korkunç öğütmesine karşı direnip anlayış, kültür ve değer farklılıklarına ramen, yüzlerce hatta binlerce yıl aynı ilgiyi toplayabilir miydi? O halde her şeyden önce “şekerim zevkler ve renkler tartışılmaz” türünden kalıplaşmış cümle ve yargıları bir kenara bırakalım. Tartışmaktan kastımız; sen şunu beğeniyorsun hayır, bunu beğenmen lazım, yanlış yapıyorsun tarzında bir tartışma değil tabi ki. Bu tartışma değil olsa olsa yanlış bir yargı olur. Sonra adama onu beğenmesi lazımsa neden diğerini beğeniyor diye cevabı olmayan bir soru soruverirler. İsteyen istediğini beğenebilir. Buna tabi ki bir sözümüz yok ama o beğeninin ardındaki sebepler ve gerçekler elbette tartışılmaya pek uygundur.
Evet, insanları, aynı nedenlerden dolayı birbirine yaklaştıran ortak noktaları olduğunu kabul ettiğimize göre sanatın sadece bir kişi için değil de bir topluluk için, en azından sanatsal ihtiyaçları açısından ortak noktaları olan bir topluluk için üretilebilme ihtimali ortaya çıkıyor. Asıl soru ‘Bir topluluk için üretme, amaç mı olmalı yoksa sanatçı ben istediğimi üretirim, benim gibi olanlar zaten beni anlar türünden bir yaklaşımla mı eserlerini oluşturmalı?’ dır. Bu sorunun cevabını verebilmemiz için şüphe yok ki sanatın sınırlarını iyi çizmemiz gerekir.
Güzelliğin sanatın amacı olduğu malumdur. Eğer bu tek amaç ise sanatçı güzeli ortaya koymak için elinden geleni yapacak ve bunu yaparken de bu amaçtan başka hiçbir kaygısı, korkusu veya sorumluluğu olmayacaktır. Böyle bir durumda eseri oluşturan sanatçı olduğuna göre ortaya konmak istenen ‘güzel’ de sanatçının güzeli olacaktır. Öyleyse salt güzelliği amaç edinmiş bir sanatçının eserleriyle kendi güzellik anlayışını ortaya koyduğu da açıktır.
Bu noktada size bir soru yöneltmek istiyorum. Bir futbolcu düşünün ki rakibin boş kalesi önünde topla buluşmuş, topa dokunsa gol ama adam bu hiçte estetik olmayacak diye düşünerek, bari bir iki topu ayağımda sektireyim sonra bir tam vole ile kaleye gönderirim diye düşünse ve bunu yapmaya çalışsa kime estetik gelir? Futbolun en büyük amacı bildiğiniz gibi rakip kaleye gol atmak ve gol yememek. Bu yüzden izleyenlere zevk veren ve şık gelen de takımı gol atmaya yaklaştıracak hareketler, örneğin hava toplarında usta bir futbolcunun tam kafasına yapılmış güzel bir orta, kaleciye atılan çalım veya oyuncuyu kale önünde boş alana kaçıran ölçülü ve rakiplerine göre avantaj elde etmesini sağlayan derinlemesine bir pas gibi. Ya da futbolun diğer bir amacı olan gol yememeye uygun olarak yapılmış defansta yerinde bir müdahale veya kalecinin zor bir topu çıkarması gibi. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi amaca uygunluk güzelliği beraberinde getiriyor. İlk örnekteki gibi hem top sektirip vole vurmak hem de gol yapmak amacında olursanız amaç birden fazla olduğu için olması gereken amaçtan uzaklaşmak zorunda kalabileceğiniz son derece açıktır. Tıpkı bir adamın hem elindeki bir bardak suyu dökmemeye hem de futbol oynamaya çalışması gibi.
Sanatçı için de bunu söylemek tabi ki mümkün. Demek ki sanatçının hedef ne ise sadece ona ulaşmaya çalışması işini düzgün icra edebilmesi için uygun olan tek yol. Bu durumda soru şuna dönüşüyor: Hedef nedir; ne olmalıdır? Evet! Gördüğünüz gibi dönüp dolaşıp ilk soruya döndük. Ama bu dönüş bilinçli ve sorunun içerik ve önemini daha iyi kavratan bir dönüştür. En azından hedefin bir tane olmasının yapılan işin düzgünlüğünü ve amacına ulaşabilmesini daha iyi sağlayabileceğini biliyoruz.
Bir defa güzele ulaşmanın sanatın amacı olduğunu kabul etmeliyiz. Eğer sanatı bir insan para için yapıyorum derse o artık zanaat olmuştur ki aslında zanaatta da gizli kalmış bir ikincil güzel amacı mevcuttur. Çünkü çirkin mala kimse para vermek istemez. Peki, bu güzel amacına rağmen neden yapılan iş zanaattır. Az önce vurguladığımız şeyi hatırlayacak olursak hedefin tekliği bizi amaca ulaştırmada önemliydi. Fakat zanaat işinde hedef tek değildir. Demek ki güzele ulaşma amacının yanında para kazanma, işlevsellik, maliyet, daha çok insanın zevkine ve ihtiyacına hitap edebilme ve bu şekilde satış oranını artırmaya çalışma gibi başka amaçlar işin içine girdiği anda en azından bu amaçların, güzellik amacı ile çakıştığı noktalarda sanatta asıl olması gereken güzel amacından ödün verilmesi gerekeceği aşikârdır. Demek ki sanatı, zanaata çeviren şey amaçların çoğalması ve bunun bizi asıl amaçtan uzaklaştırmasıymış.
Peki, sanatın başka tuzakları yok mudur? Tabi ki vardır. Sanat yapan kişinin içinde saf bir güzel aşkı yoksa yaptığı işe, beğenilme, ün yapma, para kazanma, bazı siyasi görüşlere hizmet etme gibi başka amaçları da çıkar ve istekleri doğrultusunda bulaştıracaktır. Böyle bir durumda sanatçının az önce örneğini verdiğimiz zanaatçı ile benzer bir duruma düşeceği görülmektedir. Aslına bakarsanız zanaatçının durumu, niyeti ve amacı belli olduğundan, dürüstlük arz etmesi sebebiyle daha bir tercih edilebilirdir. Diğerlerinin durumu ise, verdiğimiz örnekte olduğu gibi elindeki bardak dolusu suyu dökmeden top oynamaya çalışan adamın durumu gibi kepazelik ve yaptıkları işin zanaata benzediğini kabul etmeyip bu işin doğrusunu yaptıklarını iddia ettikleri takdirde yalancılık ve düzenbazlık olmaz mı?
Sanatçı anlaşılmaya çalışırsa az önce bahsettiğimiz gibi sanatını yapmanın yanında kendisine farklı bir hedef daha belirlediği için asıl hedefini aynı mükemmellikte gerçekleştirmesi zorlaşacaktır. İsteklere cevap vermeye çalışırsa: eğer bu istekler sanatın amacı ile örtüşüyorsa kendisine farklı bir hedef daha belirlemiş sayılmaz. Eğer örtüşmüyorsa durum yine aynı olacaktır. O halde sanatçının kendisi gibi düşünenlerin isteklerine cevap vermesi ile kendisini ortaya koyması arasında fark olmadığı için bu tipteki insanların isteklerine cevap vermeye çalışması yanlış olmayacak bilakis yine asıl amacı ile uğraşmış olacaktır. Bu durumda sanatı sanat için yapan insanın bu işi böyle düşünen insanlar için de yaptığını söyleyebiliriz. Ama sanatı toplum için yapan insanın bu işi bırakın sanat için de yaptığını söylemeyi, sanat yaptığını bile söylemek için bir kanıt bulamadık.
Peki, bir insanın amacı sadece güzel olabilir mi? Her insan için güzeli belirleyen etmenler farklı ve yetiştiği ortam kültür ve yetişme tarzı ile de bağlantılı olabileceğine göre bu durumda bir insan amacım sadece güzel de dese farkında olmadan yalan söylemiş olacaktır. Salt güzeli amaç edinmek pek mümkün görünmediğine göre amaç olabildiğince onu kavramayı engelleyen dış etmenlerden sıyrılarak bu saflığa yaklaşmaya çalışmak olmalıdır.
Sanatın sınırları genişleyebilir mi? Hayır. Eğer genişleyebilse idi o sınırlardan bahsedemezdik. Eğer bir şeyin sınırı varsa bellidir. Genişletirseniz demek ki sınırı bu değilmiş dersiniz. O halde bu sınırları iyi belirlemek ve dışına çıkmamak ya da sınırı yoktur demek durumundayız.
Sonuç olarak bitmeyecek bir tartışmanın tam ortasında durduğum görülmekte. Kişiye göre değişmeyecek bir yasası olduğuna inandığım mantığa dayanarak bazı sorulara yanıt bulmaya çalıştım. Gerçeğe ulaşmanın tek yolunun izafi olmayana dayanmak olduğunu düşündüğüm için böyle bir yol izledim. Umarım Konfiçyus’un dediği gibi karanlığa küfretmek yerine bir mum yakabilmişimdir.

 


Allah ve İnsan

   Tevrat ve İncil’in tahrif edilmemiş olan bölümlerinde ve Kur’an’ın istisnasız hemen her yerinde insan ile Allah kelimeleri aynı çizgide zikredilmektedir.  Yani ilmî ve yaradılışa dair ayetlerde değil, sosyal, siyasî ve ekonomik meseleleri açıklayan bütün ayetlerdeki en-nâs kelimesini kaldırıp yerine Allah kelimesini koymak,  Allah kelimesinin yerine ise en-nâs kelimesini koymak, cümlede hiçbir değişikliğe neden olmaz.[18]  Mesela “Kim Allah’a güzel bir borç verirse…”[19] Ayetinin manası, Allah’ın ihtiyacı olduğu için Ona borç vermek demek değildir; onun manası, “insana borç vermek” demektir. Sosyal konularla ilgili ya da sosyal bir yönü olan bütün ayet ve hadislerde Allah ile insan aynı safta yer almaktadırlar.  

TAĞUTA TAPANLAR 

Hak din safının karşısında kimler vardır? Tağuta tapanlar; peki tağuta tapanlar kimlerdir?  Tağuta tapanlar, Kur’an’da mele’ ve mütref[20] olarak geçen toplumdaki aç gözlü oburlar ve her yetkiye sahip olup hiçbir sorumluluğu olmayan kimselerdir.  Mele’ ve mütref dini, ya kendi adıyla açık bir şekilde ya da ‘Allah ve insan dini’ olan hak dinin perdesi altında kendisini gizleyerek tarih boyunca egemen olmuştur.  Oysa tevhid dininin hükümranlığı tarihte gerçekleşmemiştir. Bana göre Şianın gurur duyulacak özelliklerinden biri, orta çağda İslâm yönetimi adına dünyaya sunulan hiçbir şeyi kabul etmemesi, sömürgeci emperyalistlere karşı mücadeleden geri durmaması ve söz konusu yönetimleri Allah Resulü'nün hilafeti olarak değil Kayser ile Kisra yönetimleri olarak kabul etmesidir.  Zaten İbrahimî ve tevhidi din, daima, tağuta tapınmaya, mele’ ve mütref dinine karşı çıkmış, insanları da bu cepheye karşı çıkmaya davet etmiştir.  Tevhid dini şunu söylemiştir: Allah, siz insanların safındadır; Onun muhatabı insandır ve amacı, adaleti sürekli bir hale getirmektir. Tevhid dini, insanı, kâmil hale getiren bilgi, sevgi, yüce kudrete kulluk ve bilinç dinidir.  Ne yazık ki, tarihe ve mevcut duruma karşı eleştiri ile ortaya çıkan tevhid dini, tarihte hiçbir zaman tam olarak hayata geçememiştir. Tağuta yani mele’ ve mütrefe tapınmayı öneren muhafazakâr ve uyuşturucu şirk dini ise her zaman var ve egemen olmuştur.  Bana, “Bir aydın olarak sen, nasıl dine bu kadar sarılıyorsun?” diyen aydınlara da şunu söylemek istiyorum: “Ben bir dinden söz ediyorsam, bilin ki, geçmişte topluma hükmetmiş olan herhangi bir dinden değil, bu dini ortadan kaldırmayı hedefleyen dinden söz ediyorum.  Peygamberleri, her tür şirki ortadan kaldırmak için çalışmış olan dini kastediyorum. Ancak sözünü ettiğim din, hiçbir zaman sosyal hayat bakımından tam olarak toplumda hayat bulamamıştır.  Benim dile getirmek istediğim bu konudaki şu sorumluluğumuzdur: Tevhid peygamberlerinin yaptığı gibi, muhafazakâr ve uyuşturucu şirk dinini kaldırıp yerine tevhid dinini ikame etmek için çaba göstermek, bizim ve gelecekteki insanların insanî sorumluluğudur.”  Öyleyse benim dine sarılmam, geçmişe dönmek değil, tarihteki bu mücadeleyi devam ettirmek demektir

 
 
Get your own Chat Box! Go Large!
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol