|
|
-
İnsan kendi içine kapandığı zaman dışarı çıkması zor oluyor…
Ve insan; niye içine bu denli kapanmaya hazır yaşıyor bilmiyorum.
Sanırım bir süre sonra hep aynı cümle kulaklarda çınlıyor;
“Yalnızız bu dünyada, yalnız geldik, yalnız gideceğiz…”
“Yaşam insanı kendinden alıp, kimlere veriyor ve “kimseler” o yaşamı kimbilir ne hale getiriyor.”
İnsan kendi içine kapandığı zaman dışarı çıkması gerçekten çok zor oluyor…
Ve insan; niye içini bu denli acıtmak için yaşıyor bilmiyorum….
Sanırım bir süre sonra hep aynı cümle kulaklarda çınlıyor;
“Bu dünyada kime inanıp, kime inanamayacağını asla bilemezsin”
Yaşam insanı hangi denizden alıp, hangi fırtınaya sürüklüyor ve o fırtına bizi hangi limana atıp, nasıl kırıp döküyor…
Ve insan niye içini bu denli karartmak için yaşıyor bilmiyorum
Sanırım bir süre sonra hep aynı cümle kulaklarda çınlıyor;
“Bir karartma gününde yüreğim ve hep öyle kalacak”
İnsan kendi içine kapandığı zaman gökyüzünü görmesi zor oluyor
Ve insan; niye bu denli toprağa bakıyor bilmiyorum.
Sanırım bir süre sonra hep aynı cümle kulaklarda çınlıyor;
“Yüreğim sanki kör olmuş, hiçbir şeyi görmüyor.”
İnsan kendi içine kapandığı zaman melodiyi duyması zor oluyor.
Ve insan neden notaları ardı sıra okumuyor bilmiyorum.
Sanırım bir süre sonra hep aynı cümle kulaklarda çınlıyor;
“Hayat müziği benim yüreğimde artık söylenmiyor”
Yazık…
İnsanız; yokluğumuz varlığımız bir….
Yaşam insanı kendinden alıyor,
Birilerine veriyor ve kimse o “kimseler”
Yaşamı kim bilir ne hale getiriyor
İnsanız işte…
İnsanız…
Aybike Gürbüzer
-
Hayatın anlam çığlıklarında boğulduğunu hissettiğinde insan. Yalnızlık çekmek ister. Oysa o insan, koca kentleri metropol şehirleri sırf yalnızlık çekmeyeyim diye kurarda. An gelir daralır, bunalır, yalnızlığı, sessizliği özler her ne hikmetse işte. Her şeyi unutmak ister adından gayri hiç bir şey hatırlamamak için kaçar durur. Ayakları üzerinde duramazda insan, uzanmak ister, katlettiği umursuzca maffettiği yeşilliklere, çimenlere uzanmak ister. Neden dir bilinmez ama insan, aslında insanlığını özler o an işte....
Kuş olup uçmak ister, sırf özgürlük namına. Oysa kendi özgürlüğünü kendi istememiştir aslında. Özgür olmayayım diye tercih etmemişmidir, barışa karşın savaşı... Oysa ‘’Yalnızlık görkemli değil’’ diye uğraş verir de insan... Çürütür bedenini ruhunu da; sırf görkemli olsun yaşamım diye...
Oysa çölleri yeşerten insan, o insan değildir artık. O yeşeren doğanın katlini vacip kılıp. Katlederken doğayı, kendini katlettiğinin farkında bile değildir. Zaman tükenince avuçlarında, yeşile hasret kalınca gözleri, kentlerin acımasız hayatı basınca omuzlarına. Nedense kuş olmak gelir hepsinin hatırına... Oysa kimse sormaz o kuşa, kuş olabilirmiyim, senin derdinde varmıdır aceba ey kuş diye...
İşte o vakit kuşlarında nice tutsak eyvahları vardır da, bilinmez, sorulmaz her nedense. Yine o insan değilmidir. Sesi güzel diye tutsak eden bülbülü? Kendinde göremeyince doğanın ahenkli renklerini. Bulur en güzel renkli kuşları tutsak ederde, an gelir kuş olmak ister işte.
En sevilmeyen bitkidir belkide kaktüs. Oysa kaktüsde çiçeğin şahı vardır. Sırf dikeni var diye düşman olur insan kırmızı güle de. Sonra hasret kalınca özlenen sevgiliye, gülün dikenini unuturda, sevdiğine sevgisini dikenli gülle ifade eder yine...
Ölümle yaşam arasında gider gelir insan. Belleğini her yokladığında korkar ölümden ama sorsan kimseye bırakmaz cennetide. Oysa ölmeden gidilmiyor maalesef cennete.
Sorgusuzca asar bazen düşlerinide, sonra kızar niye ben düş görmüyorum diye. Ruhlar kirlenince kanalizasyon borularının, atık suların içinde. Kendini özler insan, kendinide bulamaz her nedense.yalnızlık Allah a mahsus derde insan. Çığlık çığlığa kalınca yürekler yalnızlığı ister insan, sadece kendi kendiyle.
Muhabbet etmeyi unutur insan, takılınca kitle iletişim ağına. Sonra kahreder umursuzca ‘’Nerde o eski muhabbetler’’ diye. O sıcacık muhabbetleri katlederken insan kendilerini katlettiklerini yine kitle iletişim ağından öğrenirlerde, sorgulamazlar hiç nedense?
Herşeyin çürüdüğüne dair fikir beyan ederlerde insan. Bu çürüyüş nedendir diye sormaz kimse. Nerede son bulur, kelimelere yüklenen anlamlar bilinmez... Bilinen, herşeyin çürüdüğüdür. Herşeyin içindeki insanın çürüyüşü yani. Sessizce yavaş yavaş bir çürüyüş bu hissedilmekte, ama anlam verilememekte...
Su çürümedikçe hayat devam etmekte, ne zaman ki su çürüdü. Çürüme, bitmiştir o an işte...
-
Belki bilirsiniz, 11 Eylülden kurtulanlardan birisi bir şirket başkanıydı, çünkü o gün oğlu çocuk yuvasına başlamıştı ve önce
oraya gitmişti.
başka birisi kurtuldu çünkü sosis getirme sırası ondaydı.
bir kadın geç kalmıştı çünkü çalar saati zamanında çalmadı.
birisi NJ Turnikesinde takılmıştı çünkü bir araba kazası olmuştu.
bir tanesi üzerine yemek dökmüştü ve lavaboya giysisini silmeye gitmişti.
birisinin o sabah arabası çalışmadı.
bir tanesi telefona cevap vermek üzere yerinden ayrılmıştı.
birisinin, okuluna gitmek için yeterince hızlı hazırlanmamış mızmız bir çocuğu vardı.
bir tanesi iş yerine çıkan asansörü son anda kaçırmıştı.
birisinin, yeni aldığı ayakkabılar ayağını vurmuştu ve ise giderken yolda eczaneden yara bandı almak için oyalandı. bu sayede bugün hala hayatta.
bir dahaki sefere, eğer o sabah her şey ters gidiyor gibi gelirse,şöyle düşünün:
"Tanrı şu dakikada tam da burada olmamı istiyor."
araba anahtarlarını bulamıyorsanız, her trafik lambasında takılıyorsanız, köpürmeyin;
Tanrı sizi seyrediyor.
Tanrı sizi tüm bu küçük sinir edici şeyler ile birlikte korusun, bunların olası amacını anlamanız dileğiyle..
-
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."
Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört-beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum.
"Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!.. "
"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."
"Kim bu adam?"diye sordum.
"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler."
Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.
"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim."
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"
-
İyi niyetli ve yardimsever bir arkadasimla bir gün dogada gezinirken, kozasindan çikmaya çabalayan bir kelebek gördük. Kelebek kozanin lifleri arasindan siyrilmaya çalismaktaydi.
Yardimsever arkadasim hemen kelebegin imdadina kostu. Dikkatlice kozanin liflerini siyirdi, kozayi araladi ve kelebegin fazla çabalamadan kozadan çikmasini sagladi. Ancak kelebek kozadan kolaylikla çiktiysa da, biraz çirpindi ve uçamadi.
Yardimsever arkadasimin gözardi ettigi gerçek suydu:
Kanatlar ancak kozadan çikma çabalariyla güçlenir ve uçusa hazirlanir. Kelebek kendini kurtarma çabalariyla aslinda kaslarini gelistirmekte, kendini ayakta tutacak, güçlü kilacak, uçmaya hazirlayacak hareketleri çabalariyla ögrenmekteydi. Yardimsever arkadasim isini kolaylastirarak kelebegin güçlenmesine engel olmustu. Kelebek hiçbir zaman özgürlügü tanimadi, hiçbir zaman gerçekten yasayamadi.
Psikiatr Ruth Sanford'un bir yazisindan alinan bu kisa öykü sizlere neler düsündürdü? 'Hiçbir sey' demeyin, sakin. Eger öyleyse lütfen öyküyü bir kere daha okuyun ve hayatta bazi isleri basarmamizin kendi çabamiza bagli oldugunu bilin. Aksi takdirde zorluklarla mücadele edemeyen, kendine güvensiz birisi olur çikariz.
Öykümüzde firsat verilseydi, kelebegimiz elbette kozasindan kendisi çikacakti. Ancak sonuç; zavalli kelebek, iyi niyete bagli bir talihsizlik yüzünden kisacik ömrünü eksik yasadi.
|
|
|
|
|
|